Ben Paris'te en çok mezarlıkları sevdim

  • Ekim 22, 2012
  • By Ova (Excuse My Reading)
  • 7 Comments

Paris'te bir hafta geçti, bitti. sanırım ben avrupada gördüğüm her yeni ülkeden sonra, ulan İngiltere cennetmiş yahu demeye devam edecegim. 

Burnu büyük fransızların burnu neden büyük anlamadım. Şehrin ortasında taramalı tüfekli jandarmalar cirit atıyor dostlar.  buna ragmen Zenciler kolunuza yapışıp para isteyebiliyor.Sacre Coeur'un önünde mehmet paçasını zencilerden zor kurtardı. Her yer sidik ve egzoz kokuyor. Şehrin dört yanındaki o güzelim, muhteşem binalar çok etkileyici, ama bir şehir sadece binaları ile bir şehir olmaz ki. İçindeki insanlar, atmosfer, sokaklardaki yüzler. Malesef paris, bu 'sokak' kısmında sınıfta kalıyor. Londra'dan bile daha güzel olan tarih yüklü bir şehir olmasına rağmen havası insanın gırtlağını sıkıyor, ben Paris'te yaşamak istemezdim.

Nilufer'cim Fransızların neyini gördün demiş, hemen madde madde anlatayım çünkü cidden Notre Dame önünde gördüğümüz bir Gurbetçi gencimizin de bize dediği üzere : Abla bu Fransızlar çok kıcıhh yaa (gıcık)

 Öncelikle, kafelerde garsonlar inanılmaz gıcık. hangi bölgede giderseniz gidin, kaba, umursamaz, berbat servis. Örnegin bir kafede English Breakfast Tea sordum diye garsondan dayak yemediğim kaldı. Zis iz Frens Medeemm, no ingliş tiii (this is france madam, no english tea) diyen deyyusun uzattıgı listede fransız çayı olsa içim yanmaz; hint çayları, ceylon çayı. göt işte. Ayrıca kafelerde oturup azıcık dinleneyim demeyin, yemeginiz/içeceğiniz bittiği anda hop hesap istemeden geliyor. defol git manasında. Ben annemle art arda tuvalete gidecek oldum, benamus garsonun teki önümü kesti, pay first, then toilette. Götünüze girsin o tuvalet taşı cigerim demek istedim ama diyemedim ya la. :)  (Tuvaletler de temiz olsa, içim yanmaz. CDG havalimanının tuvaleti dışında girdiğim bütün tuvaletler leşti. bir de Londra'ya pis diyoruz, pis görmemişiz.)
Ayrıca Kart geçiyor mu sorusuna alınıp bana kızan, burası Fransa, Paris ulen, biz çok moderniz, bunu sormanız çok komik deyip açıklamamı dinlemeyip eliyle 'bla bla bla' işareti yapan gerizekalı bir garson da gördüm. Sanırım sorun İngilizce konuşmam. Kusura bakmasınlar ama gönülleri olacak diye bonjour ve mersi diyemem.. hello, thank you başınızdan fazla.

 Bir başka gıcıklık sebebi, hem de gıcıklığın daniskası Louvre Müzesi. Sen git dünyanın en büyük müzesini yap, sonra eserlerin tamamı sanki Fransızcaymış gibi altlarındaki bütün açıklamaları Fransızca yap. Bu fransızlarda sanırım neden dünya iletişim dili ingilizce oldu, neden fransızca olmadı diye bir kuyruk acısı kalmış. böyle saçmalık olur mu? 5euroya (kimligi de teslim edip) Audio Guide alalım bari de, anlamadan mal mal gezmeyelim diye gittik, 'soğğd ağğt medeeem' (sold out) dediler. 2 saat sonra gelin dediler, yine gittik yine sold out. bir de bu görevlilerin lakayt tavırlarına değinmiyorum bile. o audio guide'lar fitil olsun size dedik, pes ettik. Bütün müzeyi eserlerin adlarını dahi anlamadan gezdik, kapıda 11 euro kişi başı bayıldığımız halde. Pes! Gerizekalılar, dünyanın her bir yerinden turist geliyor oraya, herkes Fransızca bilmek zorunda mı. Yani sözün özü Louvre' a gidecekseniz, çok erken gidin Audio Guide'lar bitmeden, yoksa o neymiş bu neymiş bir bok anlamazsınız ciğerim.

Görevliler de insanı çileden çıkarıyor. Ulan dünyanın en çok turist alan şehirlerinden birinde, turistik yerde görevlisin ve ingilizce konuşmaya çalışan insanlara anana küfrediliyormuş gibi davranıyorsun.  Bu blogda daha evvel Keko ingilizler diye aşağılamışımdır ama var ya, fransızlar ingilizlerin daşşağını yesinler. o kadar net söylüyorum. İngilizler de diğer milletleri küçümserler kendilerini üstün görürler (sanki biz Türkler yapmıyor muyuz) ama bunu yüzünüze karşı yapmazlar. Bu onların içlerinde inandıkları bir gerçektir ve bunu belli etmeyecek kadar kibarlar. Siz, yüce(!) ingiliz milleti bireyleri için genel olarak tuhaf ve sevimli yabancılarsınızdır. Sizi garip bulurlar, ama rencide etmezler, sizin yeniliklerinizi denemek isterler, meraklıdırlar. Agatha Christie okuyanlar bilirler İngilizlerin diğer milletlerin alışkanlıklarını nasıl da sevimli enteresanlıklar olarak değerlendirip, biblo gibi hayatlarının bir köşesine yerleştiriverdiklerini.  Fakat dostum, Fransızlar'ın dilencisinin bile götü kalkık be. Birine 20 cent verdik, beğenmedi üstümüze attı, bunu mu sayayım gıcıklık olarak? Karşısındaki  İngilizce konuşunca ağzını eğip büken görevlileri mi? Zaten Fransızlar yolda yürüyüşlerinden kendilerini belli ediyorlar, Kaşlar hafifçe havada, ipimle kuşagım ..kimle ..asagım modunda tin tin tin :)))

Gerisini resimlerle anlatayım 


Sokaklar yiyişen insanlarla dolu. Çoğu da yaşlı. Annem çocuk parkında birbirini emcükleyen bu +50 adamla kadını görünce küçük dilini yutuverdi. Kadın adamın kucagına oturmuş, dünya dötüme minare .ikime dercesine çoluk çocuk umursamadan delicesine öpüşüyor..yaklaşık 15 dakika böyle devam etti, bademcik ameliyatı yapıyor da olabilir tabi, tıbba saygımız sonsuz.






Pariste sevdiğim diğer bir şey de sokak lambaları. her semtte, değişik değişik, süslü süslü. giderseniz kafanızı kaldırıp incelemeyi ihmal etmeyin.


Eyfel olmadan paris olur mu? koca demir yığını işte ama değişik bişey. gece güzel oluyor, gündüz zevksizlik abidesi.


Louvre müzesinin bahçesi, en begendigim yerlerden biriydi, ve orada serçeler insanlardan kaçmıyor, elimden yem yediler.

Fransa Katolik memleket olduğundan, kiliseler daha bir heybetli, faniler görsün de imana gelsinler dercesine gösterişli. Hakikatten imana getiriyor mu getiriyor. Fransızcam olmadığı için isimleri yanlış yazabilirim: Notre Dame, St Triniti, St Augustine, St Paul bişey bişey, Madeliene, Pantheon (bu sanırım sonradan kiliseden başka bişeye convert edilmiş) ve tabi ki muhteşem Sacre Coeur...

Eyfel geceleri daha güzel dedimdi.Gece gidin yanına, ışıkları yakıp söndürüyorlar :)))

Notre Dame'ın oldugu adacıkta bir çiçek pazarı var. fiyatlar fahiş ama bakınmaya değer. 

Champs elysees'te louis vuitton mağazasından bir gudiklik. balmumu sanırım. insanlar  damgalı eşek misali aynı desenli çantalarda ne bulurlar, neden para dökerler, anlamış değilim, moda konsepti, gerzek moda dünyası genel olarak bana ters zaten. kişisel olarak katlanma seviyemin çok altında kalıyor.


Louvre müzesinde bu eski mısır  şeysini görünce epey güldük. yemek tarifi mi acaba, taze soğan, pırasa, havuç patitis?

Louvre'da en sevdiklerimden biri oldu. varlıgından habersizdim. Kleopatra kendileri, yılan tarafından sokulup öldürülüyor efenim.

Luxemburg bahçeleri ile de çok gurur duyarmış parisliler ama pek de bi bok yok yani. heykeller ağaçlar, falan filen. Londra parkları daha salaş, daha rahat, daha güzel. gerçi burada sandalyeler bedava, hakkını yemeyelim. Londra'da Hyde Park'ta şezlonglar paralı :)) 


İnanır mısınız ben en çok mezarlıklarını sevdim Paris'in. Huzur dolu, bakımlı, tertemiz. sanırım insanların işgaline uğramadığı ve ilgi çekmediği için bakir ve temiz kalmış. mezarlıkların arasında yürüdügüm dakikalar paris'te geçirdigim en güzel anlardı. çok güzel mezarlar, çok bakımlı ve süslü. bazılarında heykeller falan var, montmartre ve montparnasse mezarlıklarının en az birini ziyaret etmeden Paris'ten dönmeyin. Stendhal'dan Sartre'ye pek çok ünlü yazar bulunuyor bünyelerinde...

Mezarlıktaki melek heykeli. İmkansızı başarma üstadı olan Annem de mezarlıkta kayboldu. Biz Sartre'nin, Maupassant'ın mezarını gezelim bir fatiha okuyalım hayalleri kurup hangi yöne gideceğiz diye harita incelerken bir de baktık İlkay yok. Dil bilmez yol bilmez, beş kuruş parası ve telefonu yok. Deli dana gibi dört döndük. Netice: mezarlık kapanırken Allah yardım etti de bulduk kendisini. İstediğimiz hiçbir mezarı ziyaret edemediğimiz gibi, annemden de azar yedik: ben kaybolmadım! mezarlıklara baka baka ilerleyip gitmişim, ne var canım çıkar otururdum bi bankta, bulurdunuz beni. (hemen belirteyim kendisini bulamamış olsak muhtemelen mezarlıgın bir kapısından biz, başka bir kapıdan da annem çıkacaktı büyük bir yer çünkü. sonra ilkay'ı ara ki bulasın, karakollarda sek işin yoksa.)

duvar yazıları da paris'te sevdigim şeylerden biri oldu ^-^


Mona Lisa'nın önünde bir kıyamet kalabagı oluyor ve görebilmek ve onunla fotoğraf çektirebilmek için için  o kalabalıgı yarıp geçmeniz lazım. Bir düşünün aslında, Mona Lisa ile fotografım olsa ne olur olmasa ne olur? Ama gelin görün ki elinde tuğla gibi tabletle koca kafası ile MonaLisa'yı aynı kareye sığdırmaya çalışan cengaver italyan turisti görünce itim azdı, mona lisa ile aynı karede yer alabilmek için dirsek tepik ve topuklarımla yüzerek en öne vardım ve amacıma ulaştım.


Meshur Moulin Rouge, kırmızı değirmen,  daha dikkatli göz atınca Tarlabaşı pavyonu terk. Zaten Paris'in her yeri ya Tarlabaşı ya Gümüşsuyu, valla öyle.

Mezarlıkların üstünden bir  çiçek çelengi.


Duvar resimleri rulez!

Mesele Katoliklik olunca her kilisede bir vaftiz çanagı. hiçbir yerinde de bir uyarı yok, demiyorlar ki yaklaşmayın ya da dokunmayın. biz de inceledik hepsini. (annem yazdıgı bir öyküde kullanacakmış) kilisenin birinde işgüzar bir kadın fırladı, yarı fransızca yarı ingilizce bıy bıy bıy azarladı bizi. Göt herifler zaten bi azarlamayı bir de donation yani BAĞIŞ YAPIN BİZEEE yazılarını ingilizce yapıyorlar!


Luxemburg bahçelerinden bir heykelimiz.

Notre Dame..Uzaktan çirkin, kaba bir şey ama yanına gidince detaylarına hayran olmamak elde değil.İçini gezmek bedava.

Hemen her semtte, sokakta yerde bu şekil vardı. Çete amblemi midir, post modern mesaj mıdır, nedir çözemedim.

Çözemedigim bir başka olay da metroda reklamların üstüne yapıştırılmış bu post it kagıtları. ne yazıyor fransızca olmadıgı için anlamıyorum ama nedir bu çok merak ettim, araştıracagım.

Louvre Piramitleri..

Paris demek kocaman kapılar demek ve küçük köpekler demek.. Şirinlik muskaları!

Louvre bahçesinde çok güzel heykeller var, iyice fink atın.


Louvre içerisinde, birden türkçe bir şiir duyunca, bir de baktık ki Sultan Süleymanımız için yazılmış şiir okunuyor türkçe. ayrıca bir sürü dile çevirilmiş, bizden araklanmış halı kilim ve çinilerin arasından süzülerek geçip mehter marşı ile çıktık o salondan, öyle bir götümüz kalktı.

Parisin her yerinde vintage butikler var ama fiyatlar çok da uygun değil. yine de 'değişik' kimsede olmayan şeylerim olsun diyenler için birebir, cidden ilginç giysiler var.

tatlılar, vallahi sanat eseri gibi hepsi. şu meşhur makaronları yedik ama pek begenmedik, nesi meshur ayol aaa.


Demiştim size mezarlıklar süslü diye.

Kırk yıl düşünsem gelmezdi ki aklıma, starbucks sığınacak bir liman, adeta sanki benim yurdumun bir parçası gibi bir tanıdık amblem olacak bana. gözün çıksın kapitalizm. şaka bir yana, temizliği, kimsenin size 'hadi kalk git' demeden dakikalarca oturma özgürlüğü, karışansız görüşensiz yayılma ve bedava internet gibi özellikleri ile her yerde, starbucks 'ta takıldık


Notre Dame'ın oradaki köprülerden birinde böyle kilitler asılıydı. sevgililer birbirlerinin adını yazıp köprüye kilit kilitlemişler. orada satıcılar da vardı tabi kilit satıyor cingözler. aradık aradık ve türk de bulduk : zeliha ve battal, hep mutlu olun emi :))

Vallahi ben özetle, Paris'i begendim, ama Fransızlar o kadar da medeni ve gelişmiş değillermiş ona şaşırdım. Gidecekler için kıymetli tüyolar:
1- yemek çok pahalı ve kötü.
Açıkçası haksızlık etmeyeyim bazı yediklerim çok güzeldi ama çoğu kötüydü. Değişiklik olsun diye blue cheese yiyeyim demeyin, küflü peynir mi tam bilmiyorum ama tadı berbat. Deniz ürünü meraklısı iseniz sanırım daha şanslısınız. ben keşke yanımıza börek poğaca alsaydık diye hayıflandım dogrusu. kişi başı 25-30 eurodan aşagıya düzgün bir yerde karın doyurmak çok mümkün degil, biz çözümü sabah ve öglenleri her yerde bulunan PAul isimli pastanelerden abur cubur, marketten peynir alıp starbuckslarda demlenmekte, akşamları ise gözümüzün tuttugu kafelerde dine out etmekte bulduk.. yani Paris'e gidecekseniz ve bütçeniz kısıtlıysa, en güzeli otelde degil studio'da falan kalıp kendin pişir kendin ye olayına girmek sanırım.yemek ciddi bir masraf çünkü, ingiltere'den bile pahalı ayol.

2-  Kiliselerin hepsine, Notre Dame ve Sacre Coeur dahil giriş beleş. Bir tek kulelerine, treasury lerine falan giriş paralı. Onlara da girmesen de olur. Müzeler paralı. müzelerden hazetmeyen, şehrin sokaklarında cirit atmayı yeğleyen biri olduğum için bir tek Louvre'a gittim. o da kişi başı 11 pound. Çarşambaları ve başka bir gün daha 9 buçuğa kadar açık. 1 günde gezmek mümkün olmadığı için, önceden sitesinden ne görmek istediğinize bakıp, plan yaparak 9 bucuga kadar açık oldugu günlerden birinde, audio guide bulabilmek için erkenden gitmeniz en ideali.

3- L'open tour
Paris büyük bir şehir. Bütün güzel yerleri görmek için bir tur otobüsü en mantıklısı. Tur otobüslerinden çeşit çeşit var ama en iyisi bu yukarıdaki. tam 4 farklı rotada geziyor, digerleri de buna çok yakın bir ücrette ama 10 noktaya falan gidiyorlar komik yani. biz buradan bot gezisi (batobus) + tur ortak satın aldık, 3 günlügü kişi başı 43 euro. fazla para gibi görünebilir ama sınırsız binebiliyorsunuz, hop on hop off ve deli gibi her yeri görüyorsunuz. otobüsün içinde kulaklıkla gezdiginiz yerlerle ilgili bilgiler de var daha ne olsun. tek downside egzoz gazı. paris'te açık havada trafik bir ölüm.

4- Wi-fi internet parklarda bedava. parklarda Orange'ı bulun. 2 saat bedava baglantı hakkı veriyor. Otellerin yüzde doksanında internetin saati 4 pound gibi fahiş bir ücretken internete girmek için en yakın parkı tespit etmek en mantıklısı!

5- mcdonaldslar çok acayip. ultra lüks görünüyor. anlam veremedim. ama dolaşırken karnımız acıktıgında en yakın pastaneden mis gibi baget ekmeğimizi alıp, marketten de turşu ve peynir türevleri alıp Mcdonalds'dan aldıgımız çaylarla demlendik. her köşe başında bir tane var, ukala garsonların agız kokusunu çekmektense mcdonalds'ta çilingir sofrası kurmayı yeglerım!

6- İlla souvenir alacaksanız, en ucuz satıldıgı yer gare du l'est civarı. magenta bulvarında bi küçük dükkanlar var biz en ucuz orada bulduk anahtarlıktı, minik eyfel heykeliydi. notre dame, eyfel vs gibi atraksiyonların oradan almayın, kazıklanırsınız.

böyle işte. Sacre Coeur'e çıkın mutlaka. ben en çok onun oldugu semti sevdim zaten. paris güzel de, yaşanacak yer değil, gez ve kaç :) güvenli bir yer gibi değil her yerde silahlı (tabanca degil bildigin dana gibi tüfekli) asker/polisler var.

Allah izin verirse Fransa'nın bir de taşrasına gitmek istiyorum, insanlar orada da kaba mı, mendebur mu, egzoz gazı solumaktan mıdır bu tuhaflıklar, ve fransanın gerçek doğası nasıl, merak ettim :)

You Might Also Like

7 yorum

  1. neler etmisler bacim sana? uyansin benim oglani bir doveyim :))). inigliz cayinda bile bile lades olmus, ablamla enistem pizza yedi diye bile soylenmisti kayinvalidem, paris'te pizza mi olurmus, hatta esim de ama yemekleri bence de kotu. hele benim gibi et , deniz urunu yemiyorsan, peynirden uzak durmaya calisiyorsan falan direk hakaret algiliyorlar yemeklerine ama takmiyorum. garsonlari ben amsterdam'daki servis kotulugu nedeniyle farketmiyor olabilirim. malum burada sehir merkezinde daya yemezsen mutlu oluyorsun garsondan. seni ben bizim koye gotureyim, orada el bebek gul bebek yaparlar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Amsterdama bi geleyim insallah ona da dev post yapacagim ve sen de sehrin sahibi olarak duzeltirsin beni :)

      Sil
  2. Bu çok eğlenceli bir post olmuş ya!! Bayılıyorum senin bu gezmek tozmak postlarına. Hem bilgi hem eğlence vallahi. :))

    Yıllardır Paris diye gözümde büyüttüğüm şehrin bir diğer yanının böyle olduğunu okumak üzdü beni. Fransızların dilleri konusundaki küstahlığı dillere destan zaten. Herkesin bi kuyruk acısı var işte. Yalnız hizmet sektöründeki insanların tavırları beni benden aldı. Sizi bi dövmedikleri kalmış resmen.

    Gelelim fotolara..
    İlk fotoya diyeceğim bir şey olamaz heralde. Sokakta öpüşen bi çift estetik bir görüntü verecek bana. Almışın yaşını başını git evinde yap ne yapacaksan!
    Sokak lambaları gerçekten de çok hoş. İnce bir ayrıntı. :))
    Eyfel tabi ki gece güzel!!

    Onun dışında her şey güzel görünüyor. Açar not defterine yazar bunları belki bir gün Paris'e giderim diye?

    ps: Bu arada saçlarının uçlarını mı boyattın? ya da fotodan mı öyle anlamadım ama farklı geldi. Maviler gitti sanırım. :(

    YanıtlaSil
  3. Adsiz cok tesekkur ederim!
    Sacimi maviye boyadigimda o tutamlari bleach ile acmistim yani sari olmustu. Cunku kahverengi ustune tutmuyormus yesil mavi gibi renkler. Mavi boya akinca boyle tarik menguc gibi kaldik :)

    YanıtlaSil
  4. Yeayy! Sanırım ben başka bir adsızla karıştırıldım ama ben amsterdamlı adsız değilim! :D

    YanıtlaSil
  5. Dünyanın en önemli şehirlerinden birini anlatırken önce paça kurtarılan zencilerden bahsetmek nasıl birşeydir. Aslında bu zencilerin çeşitleri var biliyormusunuz, bir kısmı kendini Fransız sanıyor mesela, bütün vatandaşlık hakları var, diğerleri vatandaştan daha bir aşağı mevkide göçmen brrrr, memeleketlerindeki sefaletten kaçıp yeni bir hayat hayaliyle gelmişler buraya ama zenci işte bir işe yaramaz. Bazen biz Türkleri de aynı kategoriye koyuyorlar ama olsun biz en azından beyazız. Türkiye deki gibi davranmak lazım bunlara, bak o zaman para falan isteyebiliyorlarmı kimseden, bakınız Festus Okey, nasıl hiazaya geldi değilmi efendim.

    YanıtlaSil
  6. birazcik sacma bir kadinmissiniz.

    YanıtlaSil

en derin düşüncelerini dök bebeğim