Turklugume mektup yazdim
- Nisan 24, 2017
- By Ova (Excuse My Reading)
- 3 Comments
ne tuhaf, bütün Avrupa içimden yol yol geçse, şu ağır ağır giden yağmur bulutları da üstüne ilişse bile göğsümün üzerindeki ağırlığından kurtulamadım
gün geldi hayret ettim,
bir kadın ve bir erkeğin, bir kadınla bir kadının veya bir erkekle bir erkeğin birbirini sevmesine tahammül edemeyen kenarları dikenli yöntemlerine
insanların birbirini sevmesindense öldürmesine razı yokuşlarına
gün geldi lanet ettim.
soyunmak istedim çıplak ve insan kalana kadar, öncesiz, evsiz olmak.
deri değiştirir gibi unutup geride bırakmak istedim seni.
o kadar zor oldu ki. sesleri, kokuları, renkleri, anıları, bıyıklarının dibinden özgürlüğümüzü kemiren adamları, meme uçları hiç yokmuş gibi bakan kadınları, insana bir sahip çıkıp bir terkeden sokakları, kendine insan olmayı yakıştıramayan kayıpları, aynaya çarpan güneş ışığı gibi nereden baktığına göre değişen anıları katlayıp katlayıp minicik bir cebe tıkıştırmak.
kendi kendime verdiğim bütün sözlerle beraber kalp cebime koydum seni
göğsümün üstüne.
kapı diplerine ilişmiş teyzelerden televizyonda bağıran yüzleri yeni basılmış para gibi kaygan ve traşlı şovmenlerine kadar, gözü olup bakabilen herkesin yargıçlık ettiği yersin sen. kaçmak, kaçmak istedim. saymadan, sormadan, hesaplamadan ve kıyaslamadan, insan olabilene kadar kaçmak.
çiller gibi yayılmıştın derime. fırçalamakla ve cilalamakla çıkmıyordun. öğrendiğim şeylerin hepsinden kazak örüp giydim, aynaya baktığımda hala görünüyordun.
kaşımla gözümün iki kıpırtısında buldum bazen seni. bazen boğazımdan çıkan beklenmedik bir mırıltıda. yabancı olduğumu bildiğim her anda elimi tuttun, tuzlu su içmek gibiydi sana dokunmak.
sen yeri geldin bir şarkı oldun çıktın, tıkıştırdığım yerden buldun beni. bazen bir fotoğraftın, vitrinde göze ilişen bir kelimeydin. kaldırımda beraber oturup çiğnerken ağlamak istediğim bir yemektin. Ferdi Tayfur kılığında bile çıktın karşıma. seni o kadar çok şeyde gördüm, buldum, sana o kadar çok yerde hiç beklemeden dokundum ki.
Unut dediler, unutamadım. İçki de içmem ki, Allah kahretsin, oturup bir rakı masasında utanmadan hüngür hüngür ağlamak istesem yapamam.
Bildiğim, sevdiğim, sende kalan her şeyin selasını duyuyorum bazen yattığım yerden. Kendi kordonunu kesen bir bebek olup aramızdaki bağı kopartasım geliyor.
Bir çocuğum var, ona da senmiş gibi yapıyorum. Belki yarım, belki tam.
Biraz kalbi kırık. Çokça umutsuz.
Biraz kalbi kırık. Çokça umutsuz.
Bütün 23 nisanlardan hep nefret ettim. Zorla okunan şiirlerden de. Sperm hücresi bile yumurtaya neden girdiğini bilirken neden geldiğimi anlamadığım kalabalık törenlerde amaçsız, sıkılmış ve nereye gittiğimi bilmez hissettim kendimi. Mustafa Kemal yeleleri alevden al atlara binip giderken arkasına atlayıp kaçmak istedim. Kaçamadım.
Hala da kaçamıyorum. Ben ağlıyorum ama İzmirliyiz ya, fonda izmir marşı çalıyor, Erkan Yolaç çoktan öldü.
Bir o mu, Müslüm Baba, Levent Kırca, Zeki Alasya gitti, Tarık Akan gitti be, sonra onca bela okuduk da acaba cehenneme gider mi dediğimiz Kenan Evren bile geberdi. Herkes öldü, kimi geberdi, kimi öldü diyelim veya.
gidenler gidiyor, devirler devriliyor,kanunlar değişiyor
gelen gideni silecek mi yine?
Keser döner, Padişahlar vatan haini olur, sap döner eksen değişir,Kahramanlar Diktatör olur. Sonra diktatörler yine kahraman.
Analitiğine de, geometrisine de lanet ettiğim bir coğrafyada doğmuşum suçum bu mu?
Ha o coğrafya, o insanlar, yalanı yanlışı, tıkıştırdığım yerden kusar gibi çıkıyor bazen.
Bir papatya yoluyor yerden öküz. Seviyor, sevmiyor oynuyoruz.
Kaybeden hep benim...Sevmiyor. Sevmiyor. Sev-e-miyor.
Uzaklarda, çok özlemiş, ülkesiz.
Ait olamama şerbetine bulanmış.
Bugün 23 nisan ve neşe dolamayan, bendeniz.
Artık Sevemiyor.